Türk-İslâm Medeniyetinde Ramazan Kültürü

Türkler İslam dini ve medeniyeti dairesine girdikten sonra, hem bu dinin maddi ve manevi özelliklerini benimsemişler, hem de kendi örf, adet ve geleneklerini bu medeniyet içinde devam ettirmişlerdir. Tarihi olaylar incelenince görülmektedir ki, Türkler İslam’ı kabul ederken, kendi düşünce, anlayış ve geleneklerini İslam dini ile bağdaştırma, kaynaştırma ve benzeştirmeyi bilmişlerdir. Böylelikle Türklük ve Müslümanlığın meczolunuşunun bir tezâhürü olarak Türk-İslâm Medeniyeti zühûr etmiştir.
Medeniyet kavramı, özetle araştırmacılar tarafından şöyle tarif edilmiş ve açıklanmıştır: «Milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür. »[1]

Dîn, ferdî tutumlardan örf ve âdetlere, san’ata kadar bugün de her cemiyette kendi dilimi dışında en te’sirli bir medeniyet unsurudur. Bizde de millî ve mânevi değerlerimizin meydana gelmesinde büyük rol oynayarak, içtimaî hayatımızı düzenleyen din, İslâmiyet olmuştur.
Türkler, eski çağlardan günümüze kadar, beşbin yıllık tarihleri boyunca, maddî ve manevî unsurlar arasında denge kurabilmiş ve bu sayede büyük devirler ve medeniyetler meydana getirmiş yüce ve köklü bir millet olarak, tarihteki yerlerini almışlardır.
İnsanlara Allah’ın birliğini, ululuğunu, ona inanmak ve Kur’an-ı Kerîm vasıtasıyla gösterdiği yola gitmekle gerçek kurtuluşa erişebileceğini gösteren akıl, ilim ve kültür dini olan İslâm’a, kelimenin mânasına uygun olarak teslim olan Türk, Allah ve Peygamberi’ne karşı sorumlulukların ve sevginin idraki içinde itikat ve ibadeti yerine getirmek yanında, İslâm’ın dünyevi işlerini de yürütmüş; devlet ve millet düzeni içinde İslâm’ın yücelmesi ve yayılması için İslâm Dünyası’nı saran iç ve dış tehlikeleri bertaraf etmiş olarak, birlik ve beraberliği sağlamış, böylece de İslâm medeniyetinin gelişmesinde mühim rol oynamıştır. Bu yeni kültür ve medeniyet, muasır kültür ve medeniyetlere ışık tutmuş ve etki etmiştir. Tabiri câizse, «Islâmın mukadderatı, Türk’ün mukadderatına o kadar sıkı bağlanmıştır ki, Türkler yükseldikçe İslâmiyet de teâli etmiş, Türkler zaafa düştükçe, İslâmiyet de fer ve şefkatini kaybetmiştir» [2] .

Türklerde kültür ile dinin en fazla iç içe olduğu ibadet, oruç ve onun yaşandığı ay olan Ramazan’dır. Türk milleti, Ramazan ayında yapılan ibadetin adını Arapçadaki ‘savm’ yerine, Farsçadaki ‘rûze’ kelimesini alıp onu ‘oruç’ şeklinde Türkçeleştirmekle başlamıştır. Türk milleti, kendi zihin dünyasının ürünlerini de dahil ederek Ramazan’ı estetik bir görünüme kavuşturmuş ve kendine has bir ‘Ramazan Kültürü’ meydana getirmiştir.

Ramazan Ayı

Ramazan kameri aylardan birinin adıdır. Güneş ışığında yalınayak yürüyüp yanmak anlamında olan Ramazan Arapça bir kelimedir. Adının anlamına binaen, oruç tutan müminin açlık ve susuzluktan içi yanması, günahlarından arınması sebebiyle bu aya Ramazan denmiştir. Gündüzleri oruç, geceleri teravih en önemlisi de bu ay içerisinde verilen zekât ve fitre gibi vecibeleri bulunan bu mübarek ay hilalin görülmesiyle sabit olunur.

Ru’yet-i Hilâlle ilgili olarak Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevvâl hilâlini görünce de oruca son veriniz. Ramazanʹın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa Şaʽbanʹı otuza tamamlayınız.”[3]

Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan ramazanın başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmeye başlanmış olup âyet ve hadislerde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesi de bu ayın içindedir. Bir âyette Kur’an’ın ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir gecede, bir diğerinde Kadir gecesinde inmeye başladığı haber verilmektedir. Kadir gecesi ramazan içinde mübarek bir gecededir. 
2. İslâm’ın beş şartından biri olan oruç bu ayda tutulur .
3. Hz. Peygamber’in inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kılan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirdiği ve kendisi de bizzat kılarak ümmeti için sünnet olduğunu gösterdiği teravih namazı bu aya mahsus ibadetlerdendir.
4. Malî bir ibadet olan fitrenin (fıtır sadakası) bu ayın sonunda ve bayramdan önce ödenmesi gerekir. Bu ayda yapılan diğer yardımların da öteki aylara göre daha sevap ve faziletli olduğuna dair hadisler vardır. Bu sebeple, ramazanda ödenmesi gerekli olmamakla birlikte müslümanlar zekâtlarını bu ayda ödemeyi âdet haline getirmişlerdir.
5. Bu ayın sonunda itikâfa girmek sünnettir. Kaynaklar Resûl-i Ekrem’in ramazanın son on gününde itikâfa girdiğini ve bu âdetini vefatına kadar devam ettirdiğini, onun ardından hanımlarının da itikâfa girdiğini haber vermektedir.
6. Bazı hadislerde bu ayda umre yapanın hac sevabı alacağı, diğer ibadet ve amellere de öteki aylara göre daha çok mükâfat verileceği bildirilmiştir.
7. Kur’an ayı denilen ramazan ayında çokça Kur’an okuyup tefekkür etmek müstehap kabul edilmiştir. Hz. Peygamber’in Cebrâil ile karşılıklı Kur’an okumasına dayanan mukabele uygulaması da bu aya mahsus geleneklerdendir.

Türklerde Ramazan Kültürü

Türkler Ramazan ayını daima bir dostu, bir misafiri, bir sevgiliyi özler gibi beklemiş ve Ramazan ayının gelişini de hasretle karşılamıştır. İbadette olduğu gibi, iyilik yapmada, alışverişte, eğlencede ve yeme içmede Ramazanı hakkıyla geçirmiştir. Ramazanın izleri sadece sosyal alanda değil, dilde, kültürde, edebiyat ve sanatta da görülmektedir.
Ramazan aylarına mahsus geleneklere baktığımızda bu kültürün derin izlerini görürüz.

Mahya:

Sadece ramazan ayına mahsus olduğu için adını Farsça’da “aylık” anlamına gelen “mahiye”den alan “mahya”, diğer Müslüman ülkelerde olmayan Türklere özel bir gelenektir. Ramazan ve bayramlarda her gece değişik tasarımlarda mahya asmak İslam ülkelerinden sadece Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da oldukça yaygındı. Bunun sebebi ise iki minareli camilerin en fazla İstanbul’da olmasıydı.  Eski zamanlarda iki minare arasına ip veya teller gerilir, mahya ustası genellikle zeytinyağı doldurulmuş kandilleri veya mumlu fenerleri ipin üzerine dizerek istediği yazıyı yazar, hatta resimler yapardı. Bütün ramazan boyu bu kandiller, rüzgâra rağmen geceleri pırıl pırıl yanardı. Camilerin elektrikle aydınlatılmaya başlamasından sonra, kandillerin yerini renkli elektrik ampuller almış olsa da, mahya geleneği günümüzde hala devam etmektedir.

“Hoşgeldin Ey Şehr-i Ramazan”

hitapları ile Ramazanın ilk mahyaları boşlukta minarelerin arasında kurulur ve bu mübarek gece selamlanır.

Ramazan Davulcusu ve Maniler:

Osmanlı döneminden günümüze taşınan bir diğer gelenek de oruç tutmaya niyetli olanları uyandırmak maksadıyla sahur vakitlerinde kendi mahallesinde davul çalarak gezen davulcular ve onların birbirinden güzel manileridir.
Sahur mana olarak “Sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri” anlamındadır. Seher kelimesiyle aynı kökten sahur, dini tabirde oruç tutmaya hazırlık için fecrin doğmasından önce yenen yemeğe denilmektedir.
Şairler ve yazarlar bu mübarek ay vesilesiyle Ramazanı konu almış, Allah ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in sevgisini duygulu bir şekilde gönüllerde yaşatmayı ve maneviyatın insan ruhuna daha fazla yerleşmesine hizmet eden “ramazaniyye” ler ile insanın doğasında yayılmasını sağlamışlardır.
Çok eskiden her evde çalar saat bulunmadığı için ramazan ayında davulcular hem davul çalar, hem de maniler söyleyerek insanların sahura kalkmasını sağlarlardı. Günümüzde mani geleneği kaybolmaya yüz tutmuş olsa da, ramazan davulcuları gelişen teknolojiye rağmen varlıklarını sürdürüyor. Bu manilerin en güzel tarafı, Türk halkının başlıca özelliklerini teşkil eden sevgi, saygı, latife ve nükte dolu olmasıdır.

 "Onbir ayın sultanı
Kıymetlidir her ânı 
Süslersin şu cihânı 
Hoşgeldin yâ Ramazan! "

***
"Bu aya hürmet gerek
Nîmete şükür gerek 
Mübârek Ramazan’da
Hakka ibâdet gerek."

Çocukların Oruç Tutması:

Ramazanda çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Ramazan’ın coşkulu ve farklı manevi havası çocukları kendisine çeker. Onlar da oruç tutmak isterler. Oysa yaşları çok küçük olduğu için henüz oruç tutmak onlara farz değildir. Ama çocuklar büyüdüklerini göstermek için oruç tutmaya hevesli olurlar. Çocuklar Ramazan’ın coşkusundan mahrum kalmasınlar diye geleneğimizde “tekne orucu” denilen bir alıştırma orucu tutarlar. Sahura kalkan küçükler öğle vakti yemeklerini yedikten sonra iftara kadar oruçlarına kaldıkları yerden devam ederler. Böylece küçükler hem oruç ibadetiyle tanışmış hem de Ramazan iklimine katılmış olurlar.

Ramazan Topu:

Osmanlı’da genellikle Rumeli Hisarı ve Yedikule’de iftar ve sahur vakitlerinin duyrulması için top atılması geleneği IV. Mustafa döneminde başlamıştır.[4] İftar topu geleneği halen sürse bile maalesef yaygın değildir.

İftar ve Sofralarda Ramazan:

Yaygın ramazan geleneklerinden biri de iftar yemekleridir. “Hayır” amacıyla verilen iftar yemekleri, dar gelirli ya da zengin herkesin bir ay boyunca aynı yiyecekleri yiyebilmesine olanak sağlar.
Ramazanda gerek yardım amaçlı iftarlar olsun gerekse konuk ağırlama amaçlı olan ‘iftar davetleri’ olsun, geleneksel Türk misafirperverliğinin ve Türklerdeki şölen âdetinin bir devamı niteliğindedir. Bu yüzden bu iftar davetleri, ramazanı millileştiren adetlerdendir. Ramazan ayı boyunca iftar sonrasına gelen herkes Tanrı misafiri kabul edilirdi. İftar sofralarına ayrı bir özen gösterilir, ekonomik düzeyi ne olursa olsun, Ramazan ayında her aile iftar davetinde bulunmaya gayret eder.
İftariyelikleri, çorbası, etli yemeği, baklavası, böreği, içecekleri ile iftar sofraları oldukça zengindir. Ramazan topunun atılması ile başlanan iftar yemeğinde oruç genellikle zeytin, hurma veya su ile bozulur. İftara hurmayla başlamak İslamiyet’in ilk yıllarından bugüne gelen bir gelenektir. Genellikle hacca gidenlerin ve umre ziyaretinden dönenlerin sunduğu en özel ikram olan hurma, en çok ramazan ayıyla bütünleşmiştir. Oruç açılırken, uzun süren açlık ve susuzluk sonunda doğan şeker ihtiyacının karşılanması için tercih edilir. Ramazan ayı boyunca fırınlar “ramazan pidesi” çıkarır. İftar ve sahur sofralarının olmazsa olmazlarındandır. Kaliteli ve çok ince unla pişirilen pide, ramazan ayının son bulmasıyla birlikte ortadan kaybolur. Bu aya özel “güllaç” adı verilen tatlı satışları başlar.
Özellikle zenginler Ramazan ayı boyunca iftar sofraları kurar, gelen herkesi kabul eder, ağırlar ve misafirler evden ayrılırken kadife keseler içine çeşitli armağanlar ve altın ya da gümüş akçe paralar koyarak hediye ederlerdi. Bu hediyeler geldikleri evin sahiplerine sevap kazanmaya vesile oldukları için verilirdi. “Diş kirası” adı verilen bu gelenek her ne kadar unutulsa da günümüzde bazı yörelerde verilen küçük hediyelerle varlığını sürdürüyor.

Teravih Namazı ve Yedi Cami Gezme:

Teravih namazı ramazan ayında her gece kılınan bir namazdır. Teravih namazları bazı camilerde genellikle hatim ile kılınır ve çok uzun sürer. Ayrıca teravih namazını her akşam başka bir camide kılma geleneği de vardır. Oldukça uzun olan teravih namazında aralarda okunan ilâhiler ve farklı makam zenginliği, oldukça ilgi çekicidir. Özellikle tüm duaların kabul olduğuna inanılan Kadir Gecesi’nde teravih namazıyla başlayıp dostlarla yedi cami gezerek dua etme geleneği günümüzde halen devam etmektedir.

Karagöz Hacivat Gösterimi

Ramazan Eğlenceleri :

Ramazan ayında teravih namazından sahura kadar olan vakitlerini değerlendirmek için halk sokaklara dökülür, özellikle en canlı eğlence merkezi sayılan İstanbul Fatih’te bulunan Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’na ve Feshane’ye gidilirdi. Günümüzün ramazan eğlencelerinin temelini oluşturan Direklerarası’ndaki programlarda Karagöz-Hacivat, Ortaoyunu gösterileri ve bazı ünlü meddahların yer aldığı kahveler en çok ilgi gören mekânlar arasında yer almaktadır. Sokaklar panayıra dönüştürülürdü. Ramazan ayının ortalarında çocuklar ve gençler bir araya gelir, teravih namazının ardından bütün köyü, mahalleyi dolaşarak mâniler eşliğinde yiyecek içecek toplarlar. Bunlara yörelere göre değişen “amin bağırma”, “saya gezme”, “küpecik’, “hey hay goca”, “tömbelek”, “helesa” ve “yoklama” gibi adlar verilir.

Mukabele:
Ramazan’ın başlamasıyla birlikte Müslümanlar bir araya gelip mukabeleyle Kur’an okurlar. Mukabele, Kur’an’ı iyi okuyan kimselerin cemaate dönük olarak Kur’an okuması, cemaatin de okunan ayetleri Mushaf’tan takip etmesine denir.
Her yıl ramazan ayında vahiy meleği Cebrail gelir, o zamana kadar gelen ayetleri Peygamberimiz’le karşılıklı okurlardı. Önce Cebrail okur, Peygamberimiz dinlerdi, daha sonra Peygamberimiz okur, Cebrail dinlerdi. Bunun amacı Kur’an-ı Kerim’in Allah tarafından indirildiği şekilde korunması, ayet ve surelerinin sıralanışının doğru olarak yapılmasıydı. Günümüzde ramazan ayında her gün bir cüz okuyarak bayrama kadar bütün Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuma geleneği hâlâ yaşatılmaktadır. 600 sayfadan oluşan kitap düzeni, 20 sayfadan oluşan 30 cüze bölünmüştür. Özellikle ramazan ayında her gün bir cüz okunarak, bayrama kadar bütün Kur’an-ı Kerim baştan sona okunur. Buna göre 30 Müslüman birer cüz okumayı paylaşarak kısa sürede karşılıklı paylaşımla Kur’an-ı Kerim hatmini gerçekleştirmiş olurlar. Hz. Peygamberle başlayan bu güzel uygulamayı o günden bugüne kadar devam ettirmektedirler. Müminler Ramazan’ı sahurlarla, iftarlarla, sadaka, teravih ve mukabelelerle değerlendirirler. Oruç ayı Ramazan bu güzellikleriyle hem bizim manevi hayatımıza hem de toplumumuza farklı bir coşku katar.

Yardımlaşma ve İyiliğin Arttırılması:


Ramazan toplumumuzda bir iyilik fırsatı olarak görülür. Bu ayda yapılan iyiliklerin sevabının kat kat verileceğini bilen Müslümanlar kendi durumlarına göre yardımlarda bulunurlar. Kimileri Ramazan kolileri hazırlayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtırken kimileri de zekât ve sadakalarını kardeşlerine ulaştırmaya çalışırlar. Bunları yapamayanlar da boş durmaz, yapabildikleri hayır işlerine koşarlar. Çünkü Ramazan paylaşma ve yardımlaşma ayıdır. Ramazan paylaşınca; iftar, sahur ve namaz vakitleri omuz omuza olunca bir başka güzel olur.
Türk insanı, yardımlaşma ve dayanışmayı sever. Bu, milli bir özelliğimizdir. Buna bir de İslam dininin yardımlaşmayı teşvik eden tutumu eklenince ramazanda bu yardımlaşma ve dayanışma had safhaya çıkmaktadır. Fakirlerin neredeyse bir aylık yiyecekleri karşılanmakta, onlar için özel iftar davetleri düzenlenmekte, geçmişte olduğu gibi günümüzde de iftar yapabilmeleri için özel mekânlar –iftar çadırları gibi- hazırlanmaktadır. Böylece maddi durumu iyi olanlar, komşuları açken kendileri tok olmanın rahatsızlığından kurtulmakta, herkesin tok olduğu bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır.

Orta Asya Türklerinde Ramazan Adetleri

Sovyetler zamanında Ramazan ayında başlayan fişleme yöntemi ve İslâmiyet’ten koparma politikaları Asya Türklüğü için bu ayı daha önemli kılmıştır. Şimdi ise Asya’da bambaşka bir Ramazan ayı yaşanıyor.

30 gün boyunca her gün iftar saatinden sonra her mahallenin çocukları kendi mahallelerinde “Ca Ramazan” (Ramazan türküsü) söyleyerek ev ev dolaşıp para ve hediye toplarlar. Son dönemde artan bu gelenek hemen hemen tüm Türk boylarında aynıdır. Bu mâniler, niyet, dua ve dilek içeriklidir. Ev sahipleri, manileri sonuna kadar dinliyor ve gençlere şeker, tatlı, meyve ya da para veriyorlar.

Örneğin, Kırgız Türklerinde “Ca Ramazan” bu şekilde şöylenmiştir;

Caramazan bizde aytılgan,                             Yar ramazan bizde söylenir,
Kagılayın Kırgız kalkından.                            Kıymetli Kırgız halkında.
At bayladım tereke tereke,                             At bağladım kabak ağacına
Uşul uygö bereke,bereke.                                Şu eve bereket gelsin diye
Aylanayın, aylanayın ceneke…                       Sevimli mi sevimli yengeciğim…

Ramazan bayramı Orta Asya Türklerinde Türkiye’de olduğu gibi eğlence ve şenlik havasında geçmez. Günlük yaşam olduğu gibi devam etmektedir. O coğrafyada da büyük ve kalabalık sofralar kurulur. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Ramazan Bayramı bir gün resmi tatildir. Bayram sabahı, bayram namazı sonrası aile mezarlıklarını ziyaret edilerek güne başlanır. Ramazan bayramında da koyun vs. kesilir ve eti pişirip milli yemeklerin yanında ziyarete gelenlere ikram edilir. Bu uygulama için davet edilmez ve beklenmez sıra ile gidilir. Akrabalar da kendi aralarında bir birlerini ziyaret ederler. Her gittikleri yerdeki ikramlar paylaştırılır ve dua okunur.

Ramazan’ın Uğurlanması, Ramazan Bayramı:

Ramazan’ ın sonuna doğru Müslümanlar bir yandan Ramazan’ın gidişine üzülürken diğer yandan Ramazan Bayramı’nın gelişine sevinirler. Müslümanlar için bayram, tutulan oruçların hem şükrü hem ödülüdür. Bayrama yaklaştıkça toplumumuzu bir bayram coşkusu sarar. Bayrama hazırlık için tertemiz bayramlık kıyafetler hazırlanır, misafirleri ağırlamak için yemekler, tatlılar yapılır. Yaşlılar bayramda gelecek çocuklarını ve torunlarını kucaklayacak olmanın heyecanını yaşarlar. Çocuklar bayram harçlıklarıyla ilgili planlar yaparlar. Ramazan Müslümanlara daha pek çok güzel duyguyu yaşatır. Bu nedenle Müslümanlar sanki dostlarından ayrılıyormuş gibi Ramazan’a veda eder, seneye de bu mübarek aya kavuşabilmek için Allah’a (c.c.) dua ederler.
Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu şölene şahit olur. Dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşır. Özellikle Ramazan ayı yaz aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası yakalanır. Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay sürer. Ramazan Türk milletinin düğünüdür. Eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları doyurma, fakiri incitmeden sevindirme, bütün toplumu aynı ailenin bir ferdiymiş gibi görebilme şuurudur Ramazan.
Ramazan ayını Müslüman Türkler külfet haline getirmemiş, ılımlı bir şekilde yaşamışlardır. Mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, cömertlik, ahlak tasfiyesi, herkesi düşünme terbiyesini de bir araya getirerek “Ramazan Medeniyeti” oluşturulmuştur. Bu mübarek ay her sınıf halkın benimsediği ve rahatça yaşadığı kutsal bir zaman dilimine dönüşmüştür. Dil, din, ırk, zengin, fakir gibi ayrımların ortadan kalktığı ve ortak bir ruhun, yoldaşlığın adıdır. Ramazan, her Müslüman’ın kutsal tebessümüdür.

Dipnot ve Kaynakça:
[1]
Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 2 ve not 5.
[2] Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, İstanbul 1974, s. 404.
[3] Sahîh-i Müslim, II, s. 759.
[4] Refik Halit Karay, “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan Kitabı, s. 36.
Yrd. Doç. Dr. Kemal GÖDE, Türk-İslâm Kültür ve Medeniyeti Tarihine Umumi Bir Bakış


Yorum bırakın