Geçmişten Günümüze Turancılık Hareketi

Türk milliyetçiliği, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, birtakım
karmaşık siyasal, toplumsal ve ekonomik süreçlerin sonunda,
yıkılmakta olan imparatorluğu kurtarmak, devletin yok oluşunu engellemek için ortaya çıkan, ilk etapta dil, tarih ve edebiyat alanında görülen, daha sonra da siyasal alana temayüz eden bir milliyetçilik anlayışıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ nun yıkılmasını engelleyememesine rağmen elde kalan son toprak parçasında bağımsız bir Türk devletinin kurulmasını sağlayan Türk milliyetçiliği, bu süreçten sonra Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki görümünden farklı niteliklere büründüğü görülmektedir.

Bu süreç içerisinde, Türk milliyetçiliğine müşterek bir biçimde gelişim gösteren başka bir ideal daha bulunuyordu: Turancılık.
1900’lerin başlarında Türk topluluklarının hürriyetlerini tamamen kaybetme tehlikesiyle karşılaştıkları bir dönemde bir hürriyet ve yeniden doğuş hareketi olarak Turancılık etrafında giriştikleri siyasi bağımsızlık, sosyolojik bütünleşme ve bilimsel aydınlanma mücadeleleri, Türk tarihinin mühim ve anlaşılma ihtiyacı taşıyan bir dönemini teşkil eder.

Turan ne anlama gelir? Turancılık ne demektir?

Turan kelimesi, Türk Dil Kurumu’ndaki sözlük anlamıyla Türklerin Orta Asya’daki en eski yurtlarını ifade etmektedir. Bu ifade, en eski kaynakla İranlılar tarafından Türkler için kullanılmış olup, Firdevsi’nin 10. yüzyılın sonlarında yazdığı Şehnâme adlı eserinde de Türk ülkesi genel olarak “Turan”  adını taşımaktadır.
Özetle Turan, İranlıların İran’ın kuzey doğusundaki ülkelere verdikleri isimdir. Yüzyıllar boyunca, coğrafî tabir olarak çeşitli yerler için kullanılmıştır. Sonuçta Turan tâbiri, Türkistan’ın yerini almıştır.

Ziya Gökalp, Turancılığı, asıl ülküsü, harsları yönünden kolayca birleşebilecek Oğuz Türklerinin birleştirilmesi olan Türkçülüğün, uzak ülküsü olarak kabul edip, Turan kelimesinin anlamını, şöyle açıklıyor:

“Turan kelimesi, Turlar yâni Türkler demek olduğu için, münhasıran Türkleri ihtiva eden câmiavî bir isimdir. O halde, Turan kelimesini bütün Türk şubelerini ihtiva eden büyük Türkistan’a hasretmemiz lâzımgelir. Çünki, Türk kelimesi bugün yalnız Türkiye Türklerine verilen bir ünvan hükmüne geçmiştir. Türkiyedeki Türk harsına dahil olanlar, tabiî bu ismi alacaklardır. Benim itikadımca, bütün Oğuzlar yakın bir zamanda bu isimde birleşeceklerdir. Fakat Tatarlar, Özbekler, Kırgızlar ayrı harslar vücuda getirdikleri taktirde, ayrı milletler halini alacaklarından, yalnız kendi isimleri ile anılacaklardır. O zaman bütün bu eski akrabaları kavmi bir camia halinde birleştiren müşterek bir ünvana lüzum hissedilecek. İşte bu müşterek ünvan Turan kelimesidir .”

Zaman zaman Türklerle akraba milletleri de içine alan bir fikir olarak kabul edilmekle birlikte, bugün Turancılık deyince Türkiye’de anlaşılan, tarih mirasları da dâhil olmak kaydıyla bütün Türkleri tek bir devlet halinde birleştirmek ülküsüdür. Bu, emperyalist bir taarruz hareketi değil tam aksine bir müdafaadır.

Bazı kimseler, Türkçülük-Turancılık hareketinin Panslavizm’e bir tepki olarak doğduğunu söylemektedirler. Bu görüşte, büyük bir gerçeklik payı vardır. Çünkü Türklüğün büyük bir bölümü 18. yy.dan itibaren Rus Çarlığı’nca yutulmuş bulunuyordu. En azından bu Türkler istiklâllerini Ruslar’a karşı kazanmak durumunda idiler. Ayrıca, Doğu Türklüğünü zulmü altına almış olan Panslavizmin Batı’da da en büyük hedefi Osmanlı idi. Bu bakımdan Turancı bir ruhun uyanmasında, yeryüzünde Türk varlık ve hâkimiyetine son vermek Moskof faktörü mühim bir âmil olmuştur.

Osmanlı Türkleri için Türkçülük-Turancılık akımının kendi iç şartlarımızdan doğan ve dış şartlarla birleşen başka sebepleri de vardı. Meselâ her gün biraz daha çöküntüye doğru giden Devlet-i Aliye için kurtarıcı formüller aranıyordu. 

Turancılığın Doğduğu Siyâsi Ortam:

Turancılık, kavram olarak Ural-Altay ve Fin-Macar halklarından oluşan ve Turan ırkı olarak tanımlanan toplumların birliğini savunan ideolojik ve siyasî bir terim olarak uzak anayurt ideali mânâsında, Macaristan’da 1839’larda doğmuştur.

1789 Fransız İhtilali’nden sonra milliyetçilik fikrinin gelişmesi, Batı’nın Coğrafî Keşifler ve Sanayi Devrimi sonucunda büyük bir ekonomik güce ulaşması karşısında Osmanlı Devleti, askerî ıslahat tedbirleri almak ihtiyacını hissederek askerî mektepler açtı. Çağdaşlaşma hareketlerinin öncülüğünü bizzat hükümdarlar yaptılar. Tanzimat ve Meşrutiyet düzenlemeleri devletin gelişmesi ile ilgili beklentilere karşılık veremedi.
Osmanlı Devleti 19. yüzyılda gerileme döneminin en sıkıntılı yıllarını yaşamıştır. Batı’da Sanayi Devrimi’nin nimetlerinden istifade eden ve arkasından sömürgecilikle büyük ham madde kaynaklarına kavuşan Avrupa devletleri ile yaptığı mücadeleleri sürekli olarak kaybetmekte idi. Ezeli düşmanı Rusya, Avrupa’nın güçlü ülkeleriyle yaptığı siyasî ittifaklar ve akraba ilişkilerinin sağladığı destekle daimi olarak Türkiye aleyhine topraklarını genişletmekte ve Doğu Asya’da ise Türk uruglarının yaşadıkları toprakları birer birer egemenliği altına almakta idi.

Ülkenin dağılma sürecinde Osmanlı aydınları Avrupa’dan öğrendiklerini memleket şartlarına uygulayarak değişik çözüm yolları ortaya atmaya başlamışlardır.Avrupa’da doğuyu tanıma çalışmaları çerçevesinde Türkoloji çalışmalarının yaygınlaşması sonucunda Türk tarihinin bilinmeyen yönleri ortaya konmuştur.

Osmanlı düşünce dünyasının ürünlerinde Türk gerçeği vurgulanmaya başlandı. Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmanî isimli eserinde, Osmanlı sınırlarının dışında geniş bir Türk dünyasının mevcudiyetine işaret etmiştir. Şemsettin Sami, Osmanlıcanın diğer Türk lehçeleri ile zenginleştirilmesinin siyasî açıdan da bütün Türklerin tek bir çatı altında toplanmasının mümkün olabileceğini ileri sürmüştür. Turancılıkla ilgisi bulunmayan Osmanlı devlet adamı ve düşünürü Ahmet Cevdet Paşa, devletin Batı’ya yönelip Macaristan ve Hırvatistan’ın fethiyle uğraşacağına Kazan ve Ejderhan’a yönelmesinin daha faydalı olacağını yazmıştır.

Ali Suavi, Londra’da çıkardığı Muhbir gazetesinde, “Çin-i Garbi’de Müslüman Türkler” başlıklı yazısında, Osmanlı sınırı dışında Orta Asya’da yaşayan Türklere ilgi göstermeye başlamıştır. Suavi, bu konudaki çalışmalarına Hive isimli eserini neşrederek devam etmiştir

Turancılık fikrinin gelişmesi ve siyasî bir veçhe almasında önderlik yapan Türk aydınları dünyayı tanımakta idiler. Onlar, devletin yıkılma tehlikesine karşılık bir fikrî projenin gerekliliğine inandıkları için Türk dünyasının mevcut potansiyelini, merkezinde Osmanlı Türklüğünün bulunduğu yeni bir düşünce sistemi geliştirmenin ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu ortam içerisinde Turancılık, İttihat ve Terakkinin ideolojisine dönüştü. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin ideolojisi olarak görmek mümkün olsa da devlet yayılmacı bir siyaset gütmemiştir.

Yine bu dönemde Macaristan’dan Türkistan’a kadar bütün Turan coğraf-yasında Türkçüler arasında çok canlı münasebetler kurulmuştur. Türk Dünyası olarak adlandırdığımız coğrafya ve siyasi alan o zamanlar büyük ülküleri olan bu kişilerin birbirleriyle sıkı irtibatları sayesinde şekillenmiştir. Belki tarihte ilk kez olmak üzere bütün Turan coğrafyasını kapsayan bir milletdaşlık fikriyatı ve duygusu ortaya çıkmıştır

Edebiyat, dil ve siyasi sahalara sıçrayan Turancılık algısı, çok geçmeden dernekleşebilmiş; yayın organları ile birlikte daha güçlü bir hâl almıştır.
1908’de “Türk anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kuruculuğuna Yusuf Akçura, Necip Asım, Velet Çelebi, Rıza Tevfik gibi isimler öncülük etmiştir.

1911’de yine İstanbul’da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanısıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin in önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali (Turan) gibi Rusya göçmenleri idi. 15 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu. 1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye’nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi , Reşit Galip, Ferit Tek, Hamdullah Suphi(Tanrıöver), Halide Edip (Adıvar) ve Adnan Adıvar gibi aydınlar bulunuyordu.

1913’ten itibaren Türk Ocağı ve genelde Turancı düşünce, İttihat ve Terakki yönetiminin tam siyasi desteğini kazandı. İttihat ve Terakki hareketinin “resmi” ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp’in yanısıra, Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mehmet Emin Yurdakul’un 1918’de Turana Doğru adıyla derlediği şiirler, Halide Edip’in Yeni Turan romanı, Ömer Seyfettin’in Yarınki Turan Devleti adlı risalesi, Fuad Köprülü’nün Turan başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler adlı propaganda risalesinin yazarı Munis Tekinalp, savaşın ana hedefinin Turan’ı kurtarmak olduğunu savundu. 

Enver Paşa’nın Aralık 1914’te giriştiği birincil hedefi Erzurum’a kadar ilerlemiş Rusları yurttan atmak olan Sarıkamış taarruzunun ikincil stratejik hedefi Kafkasya üzerinden Orta Asya’daki Türklere ulaşmak ve bu yolla I.Dünya Savaşı’ndan Osmanlı’yı galip çıkarmaktı.

Cumhuriyet Dönemi’nde Turancılık:


“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacagını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdir. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olaylarin böldügü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onlarin (soydaş Türk kardeşlerimizin) bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamiz gereklidir.” Mustafa Kemal ATATÜRK

Milli Mücadele’de İttihat ve Terakki’nin Türkçü ve Turancı kadroları önemli bir rol oynadığı halde, yeni kurulan devletin sûlh arayışı bu fikriyatı arka planda bırakmıştır. Bunda Eylül 1920’de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı.

Cumhuriyet döneminde Turancılığı üstü kapalı bir biçimde de olsa savunan ilk eser, Reşit Saffet Atabinen’in 1930’da yayımlanan Türklük ve Türkçülük İzleri adlı kitabıydı. 1930’larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi. Atsız 1931-1932’de Atsız Mecmua’yı, 1933-1934 ve 1943-1944’te de Orhun: Aylık Türkçü Mecmua’yı yayımladı. 1939’da Bozkurt dergisini çıkaran Reha Oğuz Türkkan ile 1943’te Samsun’da Kopuz adlı Türkçü dergiyi başlatan Fethi Tevetoğlu bu dönemin diğer Turancı fikir önderleri arasında bulunuyordu. 1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon Çınaraltı adlı Türkçü dergiyi yönetti. Bu dergide yazan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, “Her Türkçü Turancıdır, her Turancı Türkçüdür” diyordu. Gökbörü, Anadolu, Türk Yurdu, Millet, Türk Amacı, Tanrıdağ, Ergenekon gibi başka-Turancı dergiler de yayınlanmaya başlamıştır.

1944 Davaları 

İkinci Dünya Savaşı devam ederken, Türkiye’nin izlediği denge siyasetinde iç ve dış politikanın en mühim meselelerinden birisi Turancılık hareketiydi.
3 Mayıs 1944 olayları, İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatı ile ilgilidir. 1944’te bu tür bir davanın başlaması Rusya’nın baskıları ile yakından alâkalıdır. Dönemin Türk hükûmeti, savaşı kaybedeceği anlaşılan Almanya’ya karşı sert durduğunu gösterebilmek için aradığı fırsatı Nihâl Atsız’ın başbakana mektupları ile yakalamıştır. Kısacası, Türkçüler üzerinde şiddet uygulanarak Ruslar bir şekilde memnun edilmeye çalışılmıştır.
Faris Erkman 1943’te yayımlanan En Büyük Tehlike adlı kitabında “Pantürkist, Turancı, ırkçı kuklalar” diye saldırarak, onları yabancı devletlerin hizmetinde olmakla suçladı.
3 Mayıs 1944’te İstanbul ve Ankara’da Komünizmi Telin mitingleri yapıldı. 9 Mayıs 1944’te Şükrü Saraçoğlu hükümeti, aralarında
Alpaslan Türkeş, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu gibi isimlerine bulunduğu 30 kadar Türkçü-Turancı’yı tutukladı. Bu süreçle birlikte devletin kuruluş felsefelerinden birisi olan Turancılık, ilk defa yine devlet eliyle bir suç hüviyeti kazanmıştır.

Yargılama esnasında Türkeş ile mahkeme başkanı arasında cereyan eden “Türk Birliği” konusundaki tartışma sırasında Türkeş’in geleceğe yönelik şu ifade ve tespitleri oldukça dikkat çekicidir. Hâkimin Turancılık hakkındaki fikirlerini sorması üzerine Türkeş:

“Benim fikrime göre her şeyden mühim olan vesair sahada en ileri dereceye ulaşması için çalışmak lâzımdır… Turan, yani Türk Birliği yalnız Asya’dakiler değil, bütün Türklerdir. Yani ilmî manâsından başka olarak Türkiye’dir. Memleketimizin ilim, irfan, sanayi, iktisadı bütün yeryüzündeki Türklerdir. Yani Türk Birliği yalnız Asya’dakilerle değil, Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki vesair yerlerdeki Türkleri de içine alan bir mefhumdur.”

Türkeş savunmasının devamında 1990’lı yıllara ışık tutarcasına Sovyetler Birliği’nin dağılabileceğini, Turancılık hareketlerinin daha da hızlanabileceğini, Rus ve İngiliz işgali altındaki Türk topraklarının esaretten kurtulabileceğini şu cümlelerle ortaya koymuştur:

“Efendim, meselâ 1917 de olduğu gibi 1965’te veya 1999’da Rusya’da bir ihtilâl zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harp endüstrisi bakımından da ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye’nin müzahereti ile bu birliğe doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.”

1950’li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak’ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız örgütlü bir yapı göstermeyen Turancı hareket, o yıllarda siyasete egemen olan anti-komünizm düşüncesinin sağladığı zırha bürünerek görüşlerini savundu. 1960’lardan sonra özellikle 1969’da isim, amblem değiştirerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Alparslan Türkeş’in önderliğinde eski Turancılardan birçoğunu bünyesinde topladı.
Bu tarihten sonra Alparslan Türkeş’in dış Türklerle ilgili görüşleri birçok konuşmasında ve eserlerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır. Özellikle “Türkiye’nin Meseleleri”, “Temel Görüşler” ve “9 Işık” adlı eserlerde ve TBMM’de yaptığı konuşmalarda bu konularda ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

Özellikle 1990’lardan sonra ortaya çıkan bağımsız Türk Devletleri bir zamanlar idamla yargılanan, aşağılanan ve hayalperestlikle suçlanan Turancıların ne denli haklı olduklarını gösterdi. Ziya Gökalp’i ve diğer Turancıları hayalcilikle suçlayanlar gördüler ki, İstanbul’un sınırları aslında Saraybosna’dan; Diyarbakır’ın savunması aslında Musul-Kerkük’ten; Erzurum’un hudutları ise Kafkaslardan ve Türkistan’dan başlamaktadır. Turan “jeo-politik” ve “jeo-ekonomik” bir gerçekliktir. Anlaşılmıştır ki, Türkiye sadece Türkiye değildir, Türkiye Turandır ve Turan Türkiye’dir…

Milliyetçi-Ülkücü Hareketin mensupları Atatürk’ün ve Başbuğun bıraktığı mirasa sahip çıkacak, onların izinde Türk milletine ve Türk dünyasına hizmet etmeye devam edecek ve Türk Birliği’nin gerçek olması için çalışacaktır.

KAYNAKÇA:

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları
Prof. Dr. Recai COŞKUN, Türk Aydınlanma Girişimi Olarak Turancılık Hareketi: Özgünlüğü ve Günümüze Yansımaları,
Hüseyin Nihâl Atsız, Turancılık, Milli Değerler ve Gençlik (Makaleler-1)
Yrd. Doç. Dr. Cengiz KARATAŞ , Turancılık Mefkûresi Bağlamı’nda Halide Edip’in Yeni Turan’ına Dair
Ömer Özcan, Türk Yurdu’nda Turancılık ve Türk Dünyası





Yorum bırakın