Türk Töresinde Kadının Önemi

“Daha emin ve daha doğru olarak yürüyeceğimiz bir yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmak!”

Mustafa Kemal ATATÜRK


Geçmişten günümüze kadar kadınlar, kimi zaman toplum içerisinde yüceltilmiş kimi zaman da istismar edilmiştir. Cinsiyet ayrımcılığı ilk çağdan günümüze insanlığın en önemli toplumsal problemlerinden birisidir. Bununla birlikte kadının statüsü coğrafyaya, yaşanılan zamana ve kültüre göre toplumdan topluma değişkenlik göstermiştir. Bu makalede, Türk tarihinin bozkır devirlerinde, toplumda önemli bir unsur olarak yer alan kadının algılanışı, devlet yönetimi ve sosyal hayatta sahip olduğu haklar, icra ettiği görevler ve statü durumu açıklanılmaya çalışılmıştır.

Aile içerisinde Türk kadını

Türkler tarihin en eski toplumlarındandır. Bu özellikleri gereği, tarihin en eski ve kökten aile yapısına da sahiptirler. Akrabalık kan esasına dayanır. Atlı bozkır kültürünün bir neticesi olarak çekirdek aile tipi yaygındır. Dünya’nın dört bir yanına dağılmalarına rağmen varlıklarını, kimliklerini korumaları aile yapısına verilen büyük önemden ve aile kurumunun sağlam temellere sahip olmasından ileri gelir. Türk dilinde, başka dillerde rastlanmayacak kadar çok akrabalık teriminin bulunması bunun bir delilidir. Orhun Yazıtları’nda “Sizler anam hatun, hala ve teyzelerim, ablalarım, kadınlarım ve kızlarım” şeklindeki hitabı bu görüşü teyit etmektedir. Daha ilk devirlerden itibaren Türk toplumun geneline tek eşlilik hakimdir. [1] Türk sosyal hayatının temelini oluşturan ve kültürel yapı içinde büyük öneme sahip olan ailenin vazgeçilmez unsuru, kuşkusuz ki kadındır. Bu konum ise Türklerin medeni seviyesini gösteren önemli bir ölçüdür.
Tarih kaynaklarında Türklerin kutsal ve önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir.[2] Dede Korkut’ta bulunan kadın tiplerini incelediğimiz zaman ailesini ayakta tutan, daima erkeğin yanında yer alan, her başarılı durumun ve düzenin arkasında olan bir karakter ile karşılaşırız.
İslamiyet öncesinde Türklerin çağdaşı toplumlar bakıldığında çocuklarda cinsiyet ayrımı bir hakikattir. Halbuki eski Türklerde, kız evlat erkek evlattan ayrı tutulmamış, İslâmiyet’ten önceki Arap toplumunda olduğu gibi bir felâket, zillet şeklinde yorumlanmamıştır. Aksine, kız babası olmak için Oğuz Beylerinin duasını isteyen kimseler vardır.[3]


Sosyal Yaşantıda ve Devlet Yönetiminde Türk Kadını

Kadın, anne, eş, gibi unvanlarla aile içinde olduğu kadar, “kadın” kimliği ile de Türk toplumunda önemli bir yere sahip olmuştur. Bu kıymetin tezahürü, destanlarda ve Türk felsefesinde açıkça görülmektedir. Yaradılış Destanı’nda kadının, kâinatın yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmesi buna örnektir. [4]


İslam öncesi Türk toplumlarında kadın tabu değildi. Bu sebeple erkeğin her türlü siyasi faaliyetine iştirak eder, avda, savaşta, ziyafetlerde, dini, siyasi, itikadî her sahada erkekle birlikte idi. Kadın erkek ayrımı yapılmadığı ve kadın, erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden, kadınsız hiçbir iş görülmezdi.[5]

Eski Türklerde kadınların sahip olduğu hukuki hakları çağdaşlarından daha ileri olduğu konusundaki kanaatleri güçlüdür. Bu konuda ilk dikkat çeken şey ekonomik bakımdan pek çok imkâna sahip olmasıdır. Ev ve tüm servet karı-kocanın ortak malı olduğu için bunlar üzerinde tasarruf hakkı vardır. O zamanın şartlarında bu çok önemli bir hadisedir. Diğer yandan kadınların boşanma hakkına sahip olması, çağının çok ötesinde bir durumdur.
Günlük yaşamında yoğun olarak evin her türlü sorumluluğundan başka, koyun tüylerini bükerek dokurlar, elbiseler yaparlar, halı ve kilim gibi dokuma ürünlerini üretirlerdi. Türk kadını üretime bu şekilde katılarak, ekonomi yönünden de evini desteklemekteydi. Dönemin ve yaşayışın gereği olarak savaş önemli bir rol oynadığından, eğer kendileri de savaşa katılmamışlarsa evin idaresi için lazım olan bütün şeyleri tedarik etme görevini de üstlendiklerini görüyoruz. Avlanan, ailenin güvenliğini sağlayan bir kadının hürriyeti bu yaşantı ile anlaşılabilmektedir. Nitekim Dede Korkut’ta Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı’nın eş olarak seçeceği kadında aradığı özelliklerde de yiğitlik, ataklık ve cesaretin ön planda olması da bu duruma bağlanılabilir. Anlaşılan o ki, Türk kadını da erkeği kadar yürekli, gözü pek ve savaşçıdır. Bununla birlikte, yabancı kaynaklar onların her zaman iffetleri ile de ön planda olduklarını kaydetmiştir.

Kadının devlet yönetimindeki yeri de kaynaklarda net bir biçimde açıklamıştır.

Hatun unvanı da özel bir törenle alınır ve bu kadınlar devlet idaresinde resmî yetki sahibi olup veliahtlar da genellikle onların oğulları arasından seçilirdi. Bu sebeple, hükümdarın ilk eşinin muhakkak asil kandan, yani Türk olması töre sayılırdı.. Devlet teşkilatı içerisinde hatun, kağandan sonra gelen en önemli güçlerden birisiydi. En önemli yasama organı olan Meclis (toy) üyesi olan hatunlar hükümdara vekâlet edebilir, ordu komutanlığı yapabilirdi. İbrahim Kafesoğlu’na göre, hatunların hizmetinde görev yapan bakanlar vardı.

Nitekim, Türk devletlerinde kadınların devlet yönetiminde aktif olarak yer almaları bir muamma değildir. Büyük Hun İmparatoru Mete’nin eşi, daha M.Ö. 200 yılında Çin ile barış antlaşması imzalamıştır. Yine Attila’nın hatunu Arıkan’a Bizans elçileri hediyeler sunmuştur.[7] Bu örnekler yanında Sakalarda Tomris Hatun’un, Hazarlarda Boğarık Hatun’un bizzat devlete ve orduya kumandanlık ettiği bilinmektedir.
Türklerin kendilerini anlattığı ilk Türkçe kaynak olan Orhun Yazıtları, kadının siyasi konumunu gösteren önemli bir örnektir. İkinci Göktürk Devleti’nin kuruluşu anlatılırken, “Yukarıda Türk Tanrısı,Türk Milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu hakim kıldı.” diye yazmaktadır (Orkun, 1987, s. 34). Burada Tanrı’nın Türk milleti yok olmasın diye yarattığı kişiler arasında sadece kağanın değil eşi İlbilge Hatun’un da adının zikredilmesi, yeniden varoluş sırasında hatunun da kağan kadar seçilmiş olduğunu gösterir.

Hatunların toplum içerisindeki yerini gösteren en büyük örneklerden birisi de onlara ait şehirlerdir. Hatun şehirleri ismiyle bilinen bu şehirlerin kökeni, Türk beyleri sefere giderken kadın ve çocukların girilmesi güç, muhafazalı uzak vadilere çekilmesi sonucu oluşmuştur. Çünkü kadınların savaşta düşman eline geçmeleri büyük zillet sayılmaktadır. Bugün Altay dağlarının en yüksek tepesine Kadınbaşı denilmesi, Anadolu’da korunaklı bölgelerin, dağ ve tepelerin bu adla anılması örnek olarak kabul edilebilir.(Kız Kulesi, Kız Kalesi vs.)

Sonuç:

Tarihimizin yerli ve yabancı kaynaklarına göz attığımızda, Türk milletinin her hâlde ve koşulda kadınını hayatına ortak ettiğini, baş üstünde taşıdığını çok net bir şekilde görebilmekteyiz. Nitekim bununla ilgili Ziya Gökalp; ”Eski kavimler arasında hiç bir kavim, Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişler.” demektedir. Günümüz toplumunun sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi ve ilerleyebilmesi için kadın ve erkeğin söz konusu gelişme ve ilerleme için birlikte rol alması bir zarurettir. Bunu başarabilmek için, yalnız eski geçmişimize dönüp bakmak ve bu şuurla hareket etmek yeterlidir.

[1] Ögel, 1988, s. 237 , “tek eşlilik konusunda hükümdarlar için istisnai bir durum görülmektedir.”
[2] Muharrem Ergin; Dede Korkut Kitabı, TTK Basımevi, Ankara, 1958, s.27.
[3] Gökalp,1989: 26
[4] Abdülkadir İnan, “Türk Mitolojisinde ve Halk Edebiyatında Kadın”, Türk Yurdu, Ankara 1934, C.IV., S. XXII, s.27
[5] SEVİNÇ Necdet, Türklerde Kadın ve Aile, Mim Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul 2000, s. 22
[6] GÖKALP Ziya, Türk Medeniyet Tarihi Cilt 2, s. 255
[7] AHMETBEYOĞLU Ali,Avrupa Hunları, s.236

Genel içinde yayınlandı

Yorum bırakın