Büyük Bey’i Hatırlarken: Ebulfez Elçibey’in Mücadelesi

24 Haziran 1938 Yılında Azerbaycan’ın Keleki Köyü’nün Halil Yurdu Yaylasında Kadirkulu Beğ ve Mehrinisa Hanım’ın bir erkek evlatları dünya gelir. Rus Emperyalizmi halkı haksız vergilerle boğar, ardı arkası gelmeyen idamlarla mazlum milletlere korku salarken şüphesiz Keleki’de doğan bu çocuğun bir gün kendisinden hesap soracağını ve günü geldiğinde kendisini yıkanlardan biri olacağından habersizdir. Onda vatan sevgisi ve millet şuuru çok küçük yaşlarda başlar.

1957-1962 yılları arasında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Arapça bölümünden mezun olmuştur. Daha sonra Mısır’a gidip tercümanlık yapar. Elçibey, 1970’li yıllarda, eski SSCB topraklarına dâhil olan Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele etmeye başladı. Sovyetler’e karşı propaganda yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Elçibey, bu sebeple 1 yıl 6 ay hapis cezası almıştır. Ve bunun 6 ayını KGB zindanlarında kalan 1 yılı ise taş ocaklarında geçirecektir. Elçibey’in, kibar, içli ve duygulu bir insan olduğun göz önünde bulundurulursa onun için KGB zindanlarında hapis yatmak ne demekti daha iyi anlaşılabilir. Burada bir şeyi bilmemizde yarar vardır. Elçibey olayların buralara geleceğinden şüphesiz haberdardı. Ancak kaçmadı, yılmadı ve yorulmadı.

Ebülfez Elçibey, mahkûmiyetinden sonra göreve başladığı El Yazmaları Enstitüsü’nde de halkını azadlık uğruna örgütleme çalışmalarını aralıksız devam ettirdi. 1988 yılında başlayan Ermeni saldırı ve kışkırtmalarına karşı ilk direniş hareketini; Kasım 1988’de Meydan Mitingleri düzenleyerek yaptı. Kendisini bağımsızlık yolunda “Ben Atatürk’ün askeriyim” diye tabir etmiş, Azerbaycan’ın bağımsızlığı yolunda Atatürk’ten ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade’den etkilenmiştir. Ebulfez Elçibey, 1988-1989 yıllarında Azerbaycan halkına bağımsızlık mücadelesi yolunda öncülük ederek, halkından büyük destek gördü.

Çamlıbel birliği Elçibey’in attığı teşkilatlanma adımlarının ilki sayılabilir. Bunun ardından 26 Ekim 1988’de Elçibey tarafından kurulan “Varlık Cemiyeti” gelir. Ancak bu birlikler halkın isteklerini karşılamaz. Daha büyük ve kapsayıcı bir birlik kurulmasının zamanı gelmiştir. Elçibey bu konuyla ilgili “İlan etmekle Halk Cephesi kurulmaz, değişik kesimlerden insanlardan birleşip cepheyi kurmalıdır” diyecektir. Nihayet 1989’un Şubat ayında Varlık cemiyeti üyelerinden 10 kişi bir araya getirilerek zor koşullarda Azerbaycan Halk Cephesi kurulur. Bu hareket daha sonradan engellenemez bir fırtınaya dönecek ve Azerbaycan’a bağımsızlığını kazandıracaktır.

“Azerbaycan Halk Cephesi’nin üyesi olduğum devri ben, hayatımın en güzel ve manalı parçası kabul ediyorum” diyen Elçibey AHC’nin başkanı seçilecektir. 16 Temmuz 1989 günü yapılan AHC’nin 1. Kurultayına 196 delege katılır. Ve Elçibey bu kutsal hareketin lideri seçilir.
Elçibey önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık taleplerini açıkça dile getirdi. Üç renkli ay-yıldızlı bayrak Parlamento binasına asıldı. Bu mücadelesi sırasında “20 Yanvar” gibi acı günlerle sınanan Azerbaycan halkı, yaktığı bağımsızlık ateşi ile
18 Ekim 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etti.

Elçibey, Rus yanlısı Cumhurbaşkanı Muttalibov istifası ile 7 Haziran 1992′ de oyların %59,4 nü alarak Azerbaycan’ın 2. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Aslında o hep uçurumun kenarında yaşadı. Ayağında bir kelepçe ile taş ocaklarında taş kırarken de, Cumhurbaşkanlığı sarayında ülkeyi yönetirken de.


Cumhurbaşkanlığı Döneminde İç Siyaset:

Elçibey’in iktidarı sırasında karşılaştığı en önemli sorun ülkenin toprak bütünlüğünü korumak ve bu doğrultuda Karabağ sorununa bir son vermekti.

AHC iktidarı döneminde Elçibey’in kazandığı en önemli başarılardan birisi SSBC’nin dağılmasından sonra da Azerbaycan’da bulunan 80 binlik Rus Ordusu’nun ülkeden çıkarılması olmuştur. Elçibey’in özel teklifi üzerine, Rus askerlerinin Azerbaycan’ı boşaltmaları için Rusya’yla devletlerarası bir anlaşma da imzalandı. 1993 yılının 26 Mayısında, 73 yıl aradan sonra Rus askerleri Azerbaycan topraklarını kansız savaşsız 43 gün içinde terk etti.

1930 yıllarında, Azerbaycan Türklerine zorla kabul ettirilmiş Kiril alfabesinin kullanılmasına da son veren Elçibey, iktidara geldiğinde ilk icraatlarından birisi olarak, Latin alfabesine geçmeyi gerçekleştirdi. 1992′de Azerbaycan Anayasası’nda Devlet Dili “Türk Dili” olarak kabul edildi.

Takip Ettiği Dış Siyaset:

Azerbaycan’ın bütün ülkelerle barış içinde yaşaması ve sorunlarını güç kullanmadan çözmesine değinilmiştir. İçişlerine hiçbir şekilde karışılmaması, çok yönlü işbirliği ve karşılıklı yardım esasına dayanarak kendi dış politikasını belirlemesi, diğer devletlerle doğrudan ilişkiler kurması ve uluslararası kurumlarda temsil olunması gerektiği vurgulanmıştır. Elçibey iktidarı döneminde Azerbaycan’ın dört ülke ile ilişkileri çok önem arz etmiştir. Bunlar Rusya,Türkiye, ABD ve İran’dır. Elçibey ilk resmi ziyaretini de Türkiye’ye yaparak iki ülke arasındaki bağı çok özel bir konuma oturtmuştur. Zaten kendini Atatürk hayranı olarak tanımlamaktaydı. Başbuğ Alparslan Türkeş’le de sıkı bir dost olan Elçibey, Türk Dünyası’nın bir gün Türkiye’nin önderliğinde birleşeceğine inanmaktaydı. Onun en önemli ideallerinden biri de Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesiydi, bunun için İran Rusya ile sürekli sıcak temas halinde olup Azerbaycan’ın bu politikasını dengelemek niyetindeydi.

Elçibey’in birleştirici ve kucaklayıcı bir liderlik anlayışı vardı. Ancak, savaşlar ve mücadelelerle dolu iktidarı, Gence’de çıkan bir iç karışıklıkla çalkalandı. Rusya ve İran’ın desteği olduğu anlaşılan bir isyanla Gence’nin kontrolünü tamamen eline geçiren Suret Huseyinov, Elçibey’in hükümeti için 18 Haziran 1993 tarihine kadar süre tanıdığını, istifa etmemeleri halinde ordusuyla Bakü’ye gireceğini açıklamıştır.
Elçibey, bu acı girişim karşısında televizyonda şu konuşmayı yapacaktır:


“Gence hadiseleri birden bire çıkmadı. Bu bir plandır ve biz bu planı önlemeye çalışıyoruz. Defalarca Gence’ye temsilciler gönderdim, iç işleri eski bakanı ile birlikte dört aksakal gönderdim. Konuştular, antlaştılar kurban kestiler. Suret Huseyinov kumandanlığını yaptığı askeri kuvvetlerin komutasını bırakacağını söyledi. Bir hafta sonra kararından döndü. Bu birkaç kez tekrarlandı. O oyundan çıkamadı. Ben biliyorum ki düşmanla savaşan millet on bin kurban verse bu yarasını yüreğinde on beş yıla iyileştirir. Ama kardeş kavgasının yarasını iyileştiremez. İç savaş bu milletin mahvolması demektir. O yüzden bu meseleyi barış yoluyla halletmek için bütün kuvvetleri bir araya getirmek lazımdır.
Şahsen bana karşı yapılan ihaneti bağışlarım. Ama bu milletin 73 yıllık arzusuna, bağımsız Azerbaycan Devletinin kurulmasına karşı yapılan ihanetleri bağışlayamam. Daha önce söylediğim gibi bu yolda sonuna kadar mücadele edeceğim. Bir başım var, onu da her zaman kurban vermeye hazırım. Bir kardeş eline aldığı Rus silahlarını, devletin vazifesini yerine getire öbür kardeşine yönetmiştir. Kaderde bağımsızlık yolunda kardeş kurşununa kurban gitmek de varmış. Bu benim için daha acıdır. Ben, hem vazifesini yerine getirirken kardeş kurşunuyla helak olan, hem de vatandaşlık vazifesini kavrayamayarak helak olan bütün vatandaşlarımızın ailelerine derin hüzünle baş sağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin”

Keleki Yılları…

Ülkede vaziyet bir kangren halini almıştır ve bağımsızlık savaşı veren bir ülke bütün sıkıntılar yetmezmiş gibi bir de iç savaşın eşiğine gelmiştir.
17 Haziran’ı 18’ine bağlayan gece Cumhurbaşkanlığı uçağı Bakü havaalanında motorları çalışır vaziyette beklerken, Nahçivan havaalanındaki parti görevlileri ise kim olduğu hakkında bilgilendirilmedikleri misafirlerini bekliyorlardı… Yanına bir korumasına alarak uçağa binen cumhurbaşkanı geride bıraktığı korumalarına son emrini verdi: “Cumhurbaşkanlığı sarayını boşaltın, evlerinize dönün!”
Ertesi gün bütün ülke karışacak, cumhurbaşkanının nerede olduğuna dair Süleyman Demirel: “Bir dağ köyüne sığındığı haberini aldık ancak temas sağlayamıyoruz” açıklamasını yapacaktı…

O, ülkenin bunca sorunu varken bir de içeride kardeş kanı dökülmesin düşüncesiyle cumhurbaşkanlığını bırakıp gizlice Nahçivan’a oradan da her şeyin başladığı yere, memleketi Keleki’ye dönmüştür.
O, makamlara sevgi beslemeyecek kadar karakterliydi. Onun için dünyada en büyük makam Türk olmaktır.

31 Ekim 1997 tarihinde Bakü’ye dönene kadar sürecek zor hayat şartları altında sağlığı bozulacaktır. Kendisine prostat kanseri tanısı konulan Elçibey, 22 Ağustos 2000 tarihinde tedavi için geldiği Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde hayata gözlerini yumdu. Bize pırıl pırıl bir mazi ve şerefli bir bayrak bıraktı. Bugün utanmadan, sıkılmadan büyük bir gururla “Biz Elçibey’i seviyoruz” diyebiliyoruz.

Ruhu şad olsun!

Genel içinde yayınlandı

Yorum bırakın