Türk Milliyetçiliği Fikriyatı ve Aydınlarımız

Ülkü, insanın kendi milleti ve bütün insanlık için ulaşılmasını şiddetle arzu ettiği son hedeftir. Arzu ve hayal edilen son hedefe varmak gayesiyle, yorulup yılmadan, bıkıp usanmadan fazilet ve cesaretle, fedakarca çalışanlara da Ülkücü denir. Kendilerini milletlerine adayan büyük liderler, cihangir başbuğlar ve kahraman askerlerle, milliyetçi ilim, fikir ve san’at adamları da tam manasıyla birer ülkücüdürler. İnsanlık da, milletler de bugünki seviyelerini, gelmiş geçmiş ülkücülere borçludurlar. [1]

Ülkücüler arasında etki sahaları ile fark yaratıp önem arz eden, toplumlar için her daim pusula vazifesi görmüş, aynı zamanda Türk milliyetçiliği fikir sisteminin de temellerini atanlar; aydınlar olmuştur.

“Aydın” kelimesinin sözlük anlamı, “ışık, ışıklı alan”dır. Öncelikle Türk kültürüne baktığımızda aydının karşılığı “âlim, bilge, aksakal ve arif”tir. Sonraki dönemlerde bu kelimeler, yerini “münevver”e daha sonraları da “aydın” kelimesine bırakmıştır. “Aydın” kelimesinin Batı’daki karşılığı ise “entelektüel”dir. “Aydın”ın birçok farklı tanımını yapabiliriz. Eğer genel bir tanımlama yapacak olursak, aydın veya entelektüel kişi, sıradan bir okur-yazar olmanın dışında, bildikleri ve okuduklarıyla fikir üretebilen, aklını kullanabilen yani düşünen kimsedir.
Bu bağlamda gerçek bir aydının; fikrinden, yaratıcılığından, kendi kültüründen doğan ışığını, toplumuna doğru çevirebildiği ve milletine hitap edebildiği, yani adeta bir lider gibi milletini yönlendirebildiği ölçüde aydın olabileceğini bilmemiz gerekiyor. Peki, çağdaşlaşma tartışmalarıyla boğuştuğumuz yüzyılı aşkın zamanda Türk aydınları, hakiki aydın olmayı ne ölçüde başarabildi veya başarabildi mi? Bunu anlayabilmek için iki asır geriye gideceğiz. [2]

Osmanlı Devleti’nin yıkılmak üzere olduğunun, Türk aydınlarınca hissedilmeye başlandığı bir dönemde imparatorluğun çeşitli din ve milliyetlerden meydana gelen kozmopolit yapısı içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak doğmuş, tarihi süreç içerisinde de bu ülkünün gelişimi ilmi, edebi ve siyasi olmak üzere üç safhada gerçekleşmiştir. Yakın tarihimizde siyasî bir temele oturmadan önce,  ilhamını ilmî çalışmalardan almıştır. Çünkü imandan hayata, fikirden siyasete, ahlaktan sanata yayılan bu kültürel aklı kavramak ve geliştirmek, millet olmanın farkına varmaktır, milliyetçi olmaktır. Öyleyse milliyetçilik; oluşturulmuş akla dayanan inşa edici zihniyettir, Türk milletinin tarihî tecrübesini ve kültürel birikimini benimsemek ve tarihî ufkun etkinliği bağlamında yeniden inşa etmektir.[3]

Kuruluş ve gelişim aşamasında kendini dil, edebiyat ve tarih alanındaki çalışmalarla gösteren Türk milliyetçiliği, bu çalışmalar sonucunda II. Abdülhamit döneminde Türk kavramı, ırkî ve lisanî manada artık şerefli ve gurur duyulan bir kavram olarak değişmiş, Türk tarihinden bölümler gün ışığına çıkarılarak, Türk tarih görüşü zaman ve mekan itibariyle genişlik kazanmaya başlamıştır. Artık imparatorlukta yaşayan Türkler, dil, edebiyat, tarih ve kültürlerinin hem Osmanlı hem de daha geniş bir Türk mirası olduğunu açıkça görmüşlerdir. Osmanlı Devleti dışında Türkçe konuşan Müslümanlar milletdaş olarak kabul edilmiş, yavaş yavaş Türk Birliği fikri, kültürel terimlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Anadolu, Türklerin vatanı olarak önem kazanmaya başlamış, Türk milliyetçiliğinin temeli olarak Türk dil ve kültürünün rolü ve bunları canlandırmak ve geliştirmek ihtiyacı da kuvvetlenmiştir. [4]

19. yüzyıldan itibaren müstakil bir disiplin olarak beliren Türkoloji (Türklükbilimi), Osmanlı aydınlarına o güne kadar farkedemedikleri yeni bir vakıayı haber veriyordu. Çin ve İslâm kaynakları üzerinde çalışarak İslâmdan önceki Doğu Türklüğü hakkında yeni bilgiler ve görüşler üreten Türkologlar, Türk tarihinin unutulmuş kısmına aydınlık getirmişlerdir. Bu Türkologlar içinde özellikle Joseph de Guignes’in “Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Tatarların Tarihi”, Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” adlı eserleri ideolojik boşluk içinde bulunan ve yıkılışa karşı çare arayan Türk aydınları arasında Türklük şuurunun uyanmasında önemli tesirler bırakmıştır.
Nitekim, cumhuriyetimiz kurucu felsefesine bağlı kalarak, Türk’çe düşünen sayısız aydın yetiştirirken, Dış Türklere önderlik eden birçok ilim insanına da ev sahipliği yapmıştır.

Bugüne baktığımızda, yeryüzünde ve milletler arasında sessiz savaş diyebileceğimiz kültür savaşı bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bir ülkenin kaleleri fethedilebilir, orduları muharebeyi kaybedelebilir, fakat bir milletin gönlü ve zihni fethedilmedikçe o ülke asla yenilmiş sayılamaz. Tarih buna ait örneklerle doludur. Milletler kültür savaşında başka milletlerin dilini, dinini, örf ve geleneklerini, milli ve manevi değerlerini yıkmayı ve kendi kültürlerini yerleştirmeyi hedef alırlar. Onun için Ülkücü aydının davası, nesillerin zihnini, gönlünü ve bedenini yetiştirmek ve geliştirmek dâvâsıdır. Bir milletin aydınları, geri kalış sebepleri hakkında doğru bilgi ve değerlendirmelere sahip olmadıkça,ülkelerinin geleceğini sağlam esaslar üzerine kuramazlar.[5] Başbuğumuz Alparslan Türkeş, “Türk aydını Türk gibi düşünmelidir.” derken, bu hususun önemine dikkat çekmektedir.


Tarihte Türk çağdaşlaşması üzerine bir yolculuk yaptığımızda, aydınlarımızın birçoğunun, çağdaşlaşmayı Batı taklitçiliği olarak algıladıklarını, bu sebeple de kendi toplumlarına Batı’nın bakış açısıyla baktıklarını ve millete hizmeti esas almadıklarını görmekteyiz. Bunun neticesi olarak, Türk milletinde aydının değeri ve itibarı azalmış; çöküşe ve geri kalmaya karşı bulunacak çareler, üretilememiştir. Günümüze gelindiğinde, tahsilli gençlerimizin cehaleti, aydın kavramına ve millî kültüre yabancı oluşu, üretici rollerinin olmayışı Türk Dünyası’nın en büyük problemlerinden biridir.

Geçen asrın başlarında Türk aydının halktan kopuk değil, tersine halka yönelik bir anlayış sergilemesi, milliyetçi aydınların yüklendiği misyonu anlamamız açısından önemlidir.

İsmail Gaspıralı:  

Kırım, Bahçesaray’da doğan Gaspıra-lı,  Türk-İslam dünyasındaki çağdaşlaşmaya yeni bir soluk getirmiştir. “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla yola çıkarak, önce yazdığı yazılarla, sonra çıkardığı Tercüman gazetesiyle, okuma yazma oranının hayli düşük olduğu, hurafelere ve temelsiz inanışlara bağlılığın yüksek olduğu bir toplumda cehaletin kırılması konusunda büyük adımlar atmıştır. Eğitimde yenileşmeyi savunan Gaspıralı, hedeflediği toplumun inşası için gerekli olan Öğretmen Okullarını kurmuş ve buralarda geleceğin aydınlarını yetiştirmiştir. Onun çabaları sonucunda açılan Usûl-i Cedid mekteplerinde okuma yazma oranı artmış ve Tercüman gazetesinin aboneleri Türk dünyasının her tarafına ulaşmıştır.

Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal


5 Ağustos 1879 yılında Kazan’da doğdu. Hukuk, Edebiyat ve Sosyoloji fakültelerinde eğitim gördü.(1906)  Çarlığın Millet Meclisi olan Duma’da milletvekilliği yapmış, burada Türkistan Türklüğünün haklarını savunmuştur. Sadri Maksudi Arsal, yerleştiğinden ölümüne kadar, о yıllarda tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye Cumhuriycti’ne elinden geldiğince hizmet etmiştir. Hukuk Fakültesi hocalığı sırasında yeni bir disiplin ihdas etmiş, parlamenterliği sırasında Türkiye’nin sesini Avrupa’ya duyurmuş, ayrıca bir aydın olarak Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasında ve dil devriminin gerçekleşmesinde rol oynamıştır.

Yusuf Akçura

Yusuf Akçura 2 Aralık 1876’da Kazan’da doğdu.

Onun Üç Tarz-ı Siyaset’i “Türk milliyetçiliğinin manifestosu” olarak kabul görmüş, hayatı süresince bu fikriyata pek çok eser kazandırmıştır. Türk Ocağı ve Türk Cemiyeti gibi oluşumların kurucuları arasında yer alan Akçura, Milli Mücadele akabinde İstanbul milletvekilliği ve Atatürk’ün kültürel-siyasi danışmanlığını yapmıştır. Türk Tarih Kurumu’nun da bir dönem başkanlığını yürütmüştür.

Ord. Prof. Zeki Velidi Togan

10 Aralık 1890’de Başkurdistan’da doğan Zeki Velidi, ilk eserini daha 20 yaşında iken yayımlamış, Türkiye’de de Umumi Türk Tarihi’nin en önemli eserlerini vermiştir. O hem büyük bir aydın, hem de Başkurtlar’ın ve Türkistan’ın bağımsızlığı için çarpışmış bir istiklâl mücahididir. 17 Ekim 1927’de Sovyet Devrimi gerçekleşince, özerkliğini ilân eden Başkurdistan ilinin başında oldu. Basmacı Hareketi’nde de bulunan Togan, bu girişimlerinden sonuç alamayınca Türkiye’ye geldi ve bilhassa İstanbul Üniversitesi’nde büyük ilmi çalışmalara imza attı. Hayatı boyunca Türk milletinin faydasına çalışan Togan, 1944 Irkçılık-Turancılık davasında yargılanmıştır.

Ziya Gökalp


Diyarbakır Türkmenlerinden olan Gökalp, Türk milliyetçiliği fikir sisteminin kurumsallaşmasına emek vermiş, 48 yıllık ömrü boyunca pek çok eser yayımlamıştır. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamdı. İttihat ve Terakki mensubu olarak farklı vazifeler üstlenen Ziya Gökalp, cumhuriyetin ilânı ile Atatürk’ün düşünce yapısına etki edebilmiştir. Aynı zamanda Türk Sosyolojisi’nin kurucusu olan Gökalp, Türk düşünce-kültür ve siyaset tarihimizin mühim simalarındandır.

Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu

Türk milliyetçiliğinin, tarih ve kültürünün inşacılarından, emsalsiz bir yorumcu, büyük bir tarih ve kültür adamıdır. 1914 yılının Ocak ayında Burdur’da doğar. Babası Receb Bey Cihan Harbi’nde Erzurum cephesinde şehit düşmüştür. Üniversitelerimizin çeşitli kademelerinde binlerce öğrenci yetiştiren Kafesoğlu, 18 Ağustos 1984’de İstanbul’a vefat etmiştir. Ebediyete göçtüğünde arkasından bir kitaplık dolusu makale, araştırma ve yorum eseri bıraktı.
Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri” adlı eseri MEB’in “1000 Temel Eser” dizisinde yayımlanmıştır. Daha yıllarca bir benzerinin bile kolay yazılamayacağı âbide eseri “Türk Millî Kültürü” ise hemen bütün üniversitelerimizde ve yüksek okullarımızda ders kitabı olarak okutulmaktadır. Kitapları hâlâ Türk gençliğinin ve Türk insanının yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

Prof. Dr. Mümtaz Turhan

1908 yılında Erzurum’da doğdu. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Fakat içinde büyük bir okuma aşkı ve gayreti yatıyordu. 1916’daki Rus işgali dolayısıyla ailesi ile birlikte Kayseri’ye göç etti.
1928-35 yılları arasında devlet bursu ile Almanya’da psikoloji öğrenimi gördü. Berlin ve Frankfurt Üniversiteleri’ni bitirdi. Ertesi yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne asistan olarak girdi. 1952’de, profesörlük ünvanı ile Tecrübî Psikoloji Kürsüsü başkanlığına getirildi. 1949-51 yılları arasında Birleşmiş Milletler Sosyal Komisyonu’nda Türkiye temsilcisi olarak çalıştı. Almanca İngilizce ve Fransızca gibi iki büyük Batı dilini bütün nüansları ile bilirdi.
Ülkemizde Tecrübi Psikoloji kürsüsünü kuran büyük bilgin, komünist ve sosyalist görüşlere itibar etmemiştir. Bütün bu vasıfları ile Prof. Dr. Mümtaz Turhan, asla layık olduğu anlayışlı çevreyi bulamadı.
Türkiye’nin kalkınması ve yükselmesi için yaşayan, fikir üreten, eserler yazan ve yayınlayan, adam yetiştiren büyük bir Türk milliyetçisi olan bu büyük alimimizi 60 yaşında iken 1969’da kaybettik. Onun emsalsiz eserleri bu arada “Atatürk İlkeleri ve Kalkınma” adlı eseri Türk devlet adamlarına ve Türk Milleti’ne bir siyasî vasiyet gibidir.

Prof. Dr. Erol Güngör


Erol Güngör, 25 Кasım 1938’de Kırşehir’de doğdu. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümüne kaydoldu. Burada hocası Mümtaz Turhan hocanın teşvikiyle hukuk fakültesinden ayrılıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydını yaρtırdı. Bu sırada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan Sosyal Psikolojiye yöneldi.
Erol Güngör üniversitede verdiği derslerle, ilmi yayınlarıyla Türkiye’de sosyal-psikoloji dalını önemli bir saha haline getirdi.
17 kitaba imza atan Erol Güngör’ün eserlerinin bir kısmı çeviri metinlerden oluşmaktadır. Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat’tan bu yana yaşadığı kimlik sorununa vekültür buhranına parmak basmıştır.

Prof. Dr. Osman Turan


Osman Turan, 1914 yılında, Bayburt ilinde dünyaya gelmiştir. Babası Hasan Ağa, I. Dünya Harbi sırasında şehit düşünce çocukluğu baba hasretinden başka yokluk ve sefalet içinde geçmiştir. 1940 yılında Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini bitirerek Ortaçağ Kürsüsü ile akademik kariyerini sürdürdü. Atıldığı siyasi hayatta bir dönem MHP Trabzon Milletvekili adayı olarak seçimlere girdiyse de, fikri çalışmalarına devam ederek kısa zamanda ülkücü gençler üzerinde tam bir egemenlik kurmuştur. Dünya çapında bir Selçuklu tarihi mütehassısı olan Prof. Dr. Osman Turan’ın yüzlerce makalesi ve kitabı bulunmaktadır.  Bunlardan en yaygını, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi” adlı eseridir.

Prof. Dr. Aziz Sancar


Aziz Sancar 8 Eylül 1946 tarihinde Mardin’de
dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini 1969 yılında birincilikle bitiren Sancar, iki yıl memleketi Savur’da bir sağlık ocağında çalıştıktan sonra
NATO-TÜBİTAK bursu ile öğrenim için Amerika’ya gitmiştir.
DNA onarımı, kanser tedavisi ve hücre dizilimi konularında çalışan Sancar’ın 33 kitabı ve 415 makalesi vardır. Çalıştığı konulardan kanser tedavisi ile ilgili birçok ödül almıştır. 
2015 yılında Kimya dalında Nobel Ödülü kazandıktan sonra,
Nobel Ödülü ile madalya ve sertifikasını 19 Mayıs 2016 tarihinde Anıtkabir Müzesi’ne teslim etmiştir. 

Bugüne dek, mazimize lâyık bir istikbal kaygısı ile yukarıda hayatını aktaramadığımız bir çok mütefekkir, fikir insanı ülküleri ile bu dünyadan geçip gitmiştir. Şüphesiz ki bugünden sonra da, bir çok ülkücü aydın Türk milletine ve insanlığa ilim ile hizmet edecektir. Türk aydınları yabancı kültürlerin baskısından kurtularak bir Türk gibi düşünmek alışkanlığına kavuşmak ve meselelerine bu açıdan çıkış yolları getirerek milletine öncülük edecektir. Bu sebeple, bizler de Türk ilim hayatını tesis ödevindeyiz. Aklın ve ilmin madde plânında, mutlak egemenliğini tesis zorundayız. [6] Dünya’yı geniş bir imtihan alanı ve büyük bir okul kabul eden Dokuz Işık Doktrini’nde Ülkücüler, elbette ki bu okulun aydınlarıdır.

Dipnot:
[1]
Hacıeminoğlu, N., Töre Dergisi, Eylül 1973, Sayı:28, Ülkücülük ve Ülkücüler,
[2]  Maraş, H., Milleti Bahtiyar Eden Aydın Gaspıralı ve Çağımızın Genç Türk Aydını
[3] Prof. Dr.Nadim Macit 
[4] SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2007, Sayı:16, s.s.113-140.
[5] TÜRKEŞ, A., Dokuz Işık, Hamle yay., Mart 2017
[6]  a.g.e.


Yorum bırakın